26 Aralık 2015 Cumartesi






AKP döneminde Türkiye'deki
Yahudi Cemaati nasıl etkilendi?









Sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım,

Bu hafta, sizlere geçen hafta sözünü ettiğim  AKP döneminde Türk Musevi Cemaatinin antisemitizm yönünden çektiği sıkıntıları  anlatmaya çalışacağım.

Ak Parti, Erbakan'ın İslamcı görüşünden ayrılan siyasetçiler tarafından 14 Ağustos 2001 tarihinde kuruldu. Girdikleri,  3 Kasım 2002deki ilk seçimlerde% 34 oy oranı ile tek başlarına iktidara geldiler. AKP,   Türkiye'de çok uzun sürecek ve hala devam eden bir döneme damgasını vuracaktır. AKP  son seçimlerde  (7Haziran 2015)    % 49 rekor oy oranı ile tekrar tek başına iktidar olmuştur. AKP iktidara geldiğinde milletvekili  olmayan Recep Tayyip Erdoğan, yasal düzenlemelerden sonra 9 Mart 2003de  milletvekili,   14 Mart 2003de de Türkiye Cumhuriyetinin 12nci   Başbakanı olacaktır. Bugün halen TC  Cumhurbaşkanı olarak Türkiye'yi yönetenlerin en başındadır.

Türkiye ve Türk Yahudileri için yeni bir devir başlamıştı.

İslamcı görüşte olduğu bilinen  AKP'nin iktidara gelişi Türk Yahudilerini tedirgin etmişti. Bu partinin demokrasiyi askıya alarak  şeriat düzenini getirebileceği endişeleri vardı. Fakat sonraki yıllarda bu endişe  ortadan kalktı. Bu kadar yıl sonra anlaşılmıştır ki AKP'nin böyle bir niyeti yoktur. Fakat Türkiye'nin  ekseni İslami görüşe doğru kaymaya başlamıştı. Bu eğitime, kıyafete, sosyal yaşama ve
ticarete  (hatta dış politikaya)  çok büyük bir oranda yansıdı.

Yahudi cemaatini  ilgilendiren en önemli hususlardan   biri eğitim meselesi idi. Yahudi veliler çocuklarının okullardaki artan din derslerine girmelerini elbette istemiyorlardı. İlk okullarda bile "türban" gözükmeye başlamıştı. "Osmanlıcadan" bahsediliyordu. Her halde evlatlarını İmam Hatip Okullarına da gönderecek de değildiler. Çözüm  Musevi Lisesine  ve özel okullara kalıyordu. İyi de, bunların yıllık ücretleri 15-20 bin dolar civarında. İki çocuk okutan genç bir aileyi düşünün. Bu öyle her babayiğidin altından kalkabileceği bir yük değil.

Cemaati etkileyen  ikinci önemli husus ise ticaret hayatı oldu. "İslamcılar" kendi aralarında ticaret yapıyorlar, eğer mümkünü varsa kendilerinden olmayanlar ile alış veriş yapmıyorlardı. Bu yazılı sözlü olmayan bir kural haline gelmeye başlamıştı.  İhaleleri şu ya da bu şekilde  "onlar"  kazanıyor, hatta aykırı görüşte olanlar, vergi denetimleri ve cezaları ile "yola" getiriliyordu. Alacağını isteyen Yahudi tüccara "Sana olan borcumuzu Gazze'ye gönderdik" dendiği de oldu. Ticaret Yahudiler için zorlaşmaya başlamıştı.

Yahudi Cemaatini etkileyen bir diğer husus da faizler konusuydu. Bu yeni iktidar ekonomide başarıya ulaşarak önce enflasyonu tek haneli rakamlara indirmiş ve peşinden da liradan 6 sıfırı atmıştı. Bu doğal olarak faizlere olumlu yansımış ve oranlar giderek küçülmüş hatta minnacık olmuştu. Yahudi Cemaatinin büyük bir kısmının faiz geliri vardı. Yaşlılar, emekliler bununla geçiniyorlar, çalışmakta olanlar artan sermayelerini bununla büyütüyorlardı. Artık bu gelir kaybolmuştu. Faiz geliri bırakın doları, enflasyonun bile altında kalmaya başlamıştı. Üstelik ticaret hayatı da iyi gitmiyordu. Yalnız cemaat için değil, bütün esnaflar için durum aynıydı. Özal'ın yarattığı orta direk yok oluyordu. Cemaatin büyük bir kısmı parasını kaybetmiş ve artık zor geçinir hale gelmişti.

AKP iktidara alıştıkça  baskı basına da yansıyacak, gazeteciler hapsedilecek, hür basın ortadan kaldırılmaya  başlanacaktı. İslamcı basında Yahudiler için çok tedirgin edecek  yazılar çıkmaktaydı.

Adaletin de  vesayet altına girerek bağımsızlığını kaybettiğine inanılıyordu. Mahkemelere olan güven yalnız Yahudi Cemaati için değil, bütün Türkiye için kaybolmuştu. Demokrasinin olmazsa olmazı "kuvvetler ayrılığı ilkesi " Türkiye'de tartışılır duruma gelmişti. Yahudiler ve hatta "beyaz Türkler"
artık çok çok tedirgindiler. Yahudiler Müslüman komşularının  "sizin yine gidecek bir  İsrail'iniz var, biz nereye gidelim" diye sorduklarına şahit oluyorlardı.

Bu yeni bir devirdi.

Esasında her şey çok güzel başlamıştı. Başbakan Erdoğan  26-30 Aralık 2004 tarihinde Amerika gezisine çıkar. Amerikan Musevi Kongresi (AJC) kendisine "cesaret ödülü" verir.  AJC tarafından bugüne kadar on kadar kişi bu ödüle layık görülmüştür. Bunlar arasında İsrailli veya Musevi olmayan tek kişi Tayyip Erdoğan'dır.

Amerikan Yahudileri işlerin yolunda gittiği bu ilk yıllarda Türk Musevi cemaatinin de ricaları ile Amerikan senatosunda da etkili olarak kritik oylamalarda (Örneğin Ermeni Soy Kırım Tasarısı) Türkiye lehinde neticeler alınmasında rol oynamıştır.

Recep Tayyip Erdoğan  ve daha sonra Abdullah Gül İsrail'i ziyaret eder. Şimon Peres Türkiye'ye gelir. Türk İsrail dış işleri bakanları tam 22 defa karşılıklı görüşme fırsatı bulurlar. Türk ve İsrail genel kurmay başkanları biri birilerini karşılıklı olarak ziyaret ederler. İsrail, Türk savaş uçaklarını modernize eder. İsrail  savaş pilotları Türkiye'de eğitimlerine devam ederler. İsrail Türkiye'ye, insansız hava araçları ihraç eder. İstihbarat paylaşılır. İsrailli turistlerin en çok ziyaret ettiği ülke Türkiye olur. iki ülke arasında ticaret artar. Hatta Türkiye, Suriye-İsrail barış görüşmelerinde arabuluculuk rolü oynamaya başlar. Türk Musevi cemaati  içerideki  "İslami" gelişmelerden tedirgin olsa da Türkiye İsrail yakınlaşmasından dolayı çok memnundur.

Türkiye Batı'ya yakınlaşmaya çalışmaktadır. Fakat ilk problem 1 Mart 2003 tezkeresinde çıkar.
TBMM tezkereyi kabul etmez. Irak'ı işgal etmeye gelen Amerikan ordusuna Türkiye yardımcı
olmaz. Amerikan Türk ilişkileri derin bir yara alır.

2003 yılının Ağustos ayında dişçi Yasef Yahya bir cinayete kurban gider. Sırf Yahudi olduğu
için öldürülmüştür. Bu cemaat içerisinde endişe ve korkuya neden olur.

(Türkiye'de bazı Yahudiler  cinayete kurban gitmişlerdir. Bunlar arasında Niso Malki, Üzeyir Garih,
Behor Roziya,  Moiz Konur,  Karakolar  ve daha başkaları da vardır.  Ancak bu cinayetlerin
siyasi olduğu şüphesi azdır ya da yoktur. )

Kasım 2003de çok kötü bir şey olur. Neve Şalom ve Şişli sinagoglarına teröristler eş zamanlı saldırıda bulunurlar. 1986 yılındaki terör saldırılarından sonra alınan tedbirler işe yarar. Cemaat çok az kayıp verir. Fakat sinagogların civarında büyük yıkım olur ve esnaftan çok fazla kişi hayatını kaybeder.  Bombalar Müslüman Türk halkına çok büyük zarar verir.  Sonraki günlerde esnaf Neve Şalom sinagogunun yerinin değiştirilmesini ister. Fakat bu istek devlet katında taraftar bulmaz.  Gerek saldırılardan sonra, gerekse Türkiye'de İsrail aleyhtarı gösteriler başladığında cemaate ait mekanlarda güvenlik önlemleri arttırılmıştır. Türk Polisinin  cemaate "bu cumartesi sinagoglarda ayin yapmamanızı rica ediyoruz, ihbar var" diye uyarıları olmuştur. Öylesi günlerde cumartesi duaları evlerde yapılmıştır. Devletin cemaate ait mekanları korumak aldığı önlemlerin yanı sıra cemaat de kendi önlemlerini almıştır. Ancak bu önlemler  cemaate çok pahalıya mal olmaktadır.  Uzun lafın kısası Türk Yahudileri duaya bile polis koruması altında gitmektedir.

17 Aralık 2004 yılında Türkiye Avrupa Birliğine resmen aday olur. Fakat özellikle Almanya ve Fransa'nın taş koymasıyla müzakereler ilerlemez. Kıbrıs Rum kesimi de her fırsatta Türkiye'yi veto eder.  Avrupa Türkiye'yi  kabullenmez.  Bunda Kıbrıs'ın da payı vardır. Bu gelişmeler Türkiye'yi başka  dostlar aramaya itmiştir. Nitekim ileri tarihlerde İran'ın  nükleer programını durdurmaması ile ilgili alınan ambargoya Türkiye katılmaz ve ilişkilerini normal bir biçimde devam ettirir. Türkiye  " batı kampından"  hızla uzaklaşmaktadır.

2006da İsrail,  Lübnan (Hizbullah) ile savaşa tutuşur. Türkiye ölen sivilleri bahane ederek,  orantısız güç kullanıldığı gerekçesi ile İsrail'i protesto eder. Türkiye İsrail İlişkileri zedelenmeye başlamıştır.

27 Aralık 2008 de İsrail Gazze arasında  savaş çıkar. (Dökme Kurşun harekatı) Türkiye İsrail'e karşı çok sert eleştiriler yönlendirir. Türkiye'nin her yerinde İsrail aleyhtarı gösteriler yapılır. İstanbul Levent'deki  İsrail konsolosluğu önünde her gün protesto gösterileri yapılır. İşin en kötüsü, Türk halkı neredeyse İsrail ile  Türkiye'de yaşayan  Yahudileri bir tutar. Özellikle İslami basın çıldırır. Yahudiler sinmişlerdir. Gelişmelerden son derece tedirgin olurlar. Ocak 2009 da Eskişehir'de "buraya Yahudiler ve Ermeniler giremez-köpeklere giriş serbesttir) "  şeklinde pankart asılır. (Daha sonra sorumlu kişi mahkemece 5 ay hapisle cezalandırılmıştır.)

İşler iyi gitmemektedir. Artan protestolardan siyasiler de tedirgin olmuştur.  Türkiye'nin sicilinde Trakya ve 6-7 Eylül pogromlarından dolayı sabıkaları vardır.  Belki de  yeni bir "akıl tutulması" olayını önlemek için "onlar,   -yani Türk Yahudileri-  Türk  vatandaşlarıdır, anayasamızın teminatı altındadırlar, bizim tavrımız İsrail hükümetine" şeklinde açıklamalarında bulunarak halkı sakinleştirmeye uğraşırlar.

29 Ocak 2009 da Davos'da müthiş bir kriz yaşanır. Recep Tayyip Erdoğan açık oturumda Şimon Peres'e neredeyse terbiye kurallarını dahi aşan sert bir konuşma yaparak salonu terk eder. Dönüşünde
Türkiye'de "İsrail'e ağzının payını vermiş muzaffer bir lider" şeklinde karşılanır.  Olay dünya siyasi çevrelerinde de şok  etkisi yapar. "Kasımpaşa'lı uzun adam" yapmıştır yapacağını. Arap dünyasında da popülaritesi inanılmaz artar. İsrail Türkiye ilişkileri artık ağır yaralıdır. Türk Yahudileri için de bu olay tam bir şok olur.


18 Aralık 2010  bir Tunuslu  (Muhammed Buazizi)  ülkesindeki antidemokratik idareyi protesto etmek için kendini yakar. Olay büyür ve bütün ülkeyi sarar. Giderek tüm Arap dünyasına yayılır. Arap Baharı başlamıştır. Tunus'un peşinden ayaklanmalar Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir, Ürdün ve Yemen'e sıçrar.  Özellikle Suriye karışır ve iç savaş başlar. Bu Türkiye'yi yakından ilgilendirir. Savaş ve karışıklık, zaten PKK ile uğraşan  Türkiye'nin sınırlarına dayanmıştır. Türkiye bu süreçte İsrail düşmanı Müslüman kardeşleri destekler. İsrail aleyhtarı beyanatlar iç siyasete malzeme edilir.  Bundan etkilenen  Müslüman halkının Yahudilere karşı düşmanlığı artmakta antisemitizm yükselmektedir.

En kötüsü 31 Mayıs 2010 yılına yaşanır. IHH   (İnsan Hak ve Hürriyetleri- İnsani Yardım Vakfı) yardım amacıyla Mavi Marmara Gemisini Gazze'ye gönderir. Mavi Marmara'ya değişik ülke bayraklarını taşıyan 6 gemi eşlik eder.   Filoya,   İsrail tarafından operasyon düzenlenir  9 Türk aktivist   operasyon sırasında ölür.   Olay bütün  dünyada  şok etkisi yaratır. Türkiye'de çok büyük protestolar yapılır. Özellikle İslami basın İsrail  ve  Yahudiler  aleyhinde şiddetli yazılar yazar. Türkiye ve İsrail, büyük elçilerini karşılıklı olarak geri çağırırlar ve ilişkiler 2.katip düzeyine iner. .

Bu arada Hamas lideri Halit Meşal sık sık Türkiye'ye gelmekte ve siyasi görüşmeler yapmaktadır.
Türkiye Hamas'ı ve Müslüman  kardeşleri destekleyici beyanlar vermeye devam etmektedir.


8 Temmuz 2014 tarihinde İsrail ile Gazze arasında yine savaş çıkar  (Sert Kaya Operasyonu) Bu sefer savaş çok kanlı olur. İçlerinde kadın ve çocukların da bulunduğu binden fazla sivil ölür. Türkiye'de protestolar had safhaya ulaşır. Genelde İsrail protesto edilmektedir. Fakat yapılan anketlerde İran'da bile  % 56 olan antisemitizm, Türkiye'de dünya rekoru kırarak % 69 a ulaşır. Türk Yahudileri de bu savaşı hiç onaylamazlar ve pek çokları İsrail'i kabahatli bulurlar. Hatta 15 Türk Yahudisi  "biz aşağıda ismi olanlar" diye başlayan ve İsrail ile  ilgili olaylardan Türk Yahudilerinin sorumlu tutulamayacağını, ve İsrail politikalarını tasvip etmediklerini  içeren bir deklarasyon yayınlarlar. İsrail'de yaşayan Türk kökenliler buna müthiş tepki koyarlar. Türkiye'deki Yahudilerden de tepki gelir. Cemaat liderleri bu bildiriyi onaylamazlar.

Türkiye, bu son İsrail-Gazze savaşını  sonlandırmak için  arabuluculuk yaparak  İslam-Arap dünyasında liderliğe oynamak isterse de bunda başarı sağlayamaz. Mısır'ın bu dünyada hala lider olduğu görülmektedir. Nitekim barış ya da ateşkes görüşmeleri Mısır tarafından yürütülür.

İsrail Türkiye arasında "alçak koltuk krizi"  ya da  "kurtlar vadisi dizisi" gibi sorunlar  ilişkileri daha da olumsuz yönde etkilemiş bu da Türk Yahudileri arasında sıkıntıya sebep olmuştur.

22 Mart 2013 de İsrail ziyarete gelen Obama'nın telkinleri ile Türkiye'den Mavi Marmara olayları dolayısıyla Türkiye'den özür diler.  Bu belki de "yumuşama" döneminin  ilk belirtisidir.

2015 yılında  Türk - İsrail ilişkilerinde  kapalı kapılar arkasında bir yumuşama başlar. Roma'da Haziran 2015 de ve Zürih'te Aralık 2015 de iki gizli görüşme yapılır. Henüz tam açıklanmasa da İsrail Mavi Marmara kurbanlarına tazminat ödemeyi, Türkiye, Hamas'ın faaliyetlerini sınırlayacağını
ve bazı üyeleri sınır dışı edeceğini kabul eder.  
Bunların arkasında  esasında  gerilen Türkiye Rusya ilişkileri  vardır. Türkiye  Batı Kulübünü ve Nato'yu yeniden keşfeder. Bu gelişmeler Türk Yahudileri tarafından memnuniyetle karşılanır. 2015 yılı,  geçen hafta yazdığım gelişmeler de eklenince Türk Yahudileri için belki mucizevi değil ama, gerçekten bu kadar olumsuzluktan sonra olağanüstü bir yıl olmuştur.

(Türk Yahudilerinin Mucizevi Yılı - 2015       http://ankarali-46.blogspot.co.il/)


Neticede  siyasi  olaylar dolayısıyla yükselip alçalsa da Türkiye'de çok yüksek bir antisemitizm vardır. Fakat bu Türk Yahudilerini çok fazla etkilememektedir. "Elbette ki olmasa daha iyi fakat ne yapalım, bunun için 550 senedir yaşadığımız ülkeyi terk etmeyiz" diye düşünmektedirler. AKP döneminde elbette ki İsrail'e ve başka ülkelere göç eden Yahudiler olmuştur ancak  çok da fazla değildir. Sizin anlayacağınız kimsenin rahatını bozmaya niyeti yok. Adada yazlık, boğazda balık. Boş ver siyaseti, milliyetçiliği...

Bu hafta da bu kadar sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım...
Görüşürüz.

Hoşça kalın, sevgiyle kalın...

Aaron Baruch  (Ankaralı)